Erhan Nalçacı, aşı tekellerinin pazar için ülkelerin aşı üretme ve araştırma
kapasitelerini engellediğini belirtirken, Türkiye'nin 90'larda dayatılan
sağlık reformuyla aşı üretim yeteneğini yitirmesine atıf yaptı. Nalçacı,
'tekeller ülkesi' ABD'nin Kovid-19 aşılarında muafiyete desteğinin 'şirinlik
yapma' zorunluluğundan kaynaklandığı görüşünde.
Küresel düzeyde halk sağlığı krizine dönüşen ve hayatın her alanını derinden
etkileyen yeni tip koronavirüs ( **Kovid-19** ) pandemisine karşı 'aşı
seferberliği' ilan edilirken, dünyadaki derin eşitsizlikler bir kez daha
gözler önüne seriliyor.
Gelişmiş ve zengin ülkeler aşıların çoğunluğunu alırken, Birleşmiş Milletler'e
(BM) bağlı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) öncülüğünde geliştirilen mekanizmaya
rağmen orta düzeyde ve yoksul ülkelerin nüfusları aşılardan yeteri kadar pay
alamıyor. Virüsun mutasyonu hızlı bir aşılama gerektirirken, üretim
yetersizliği ve tedarik sıkıntıları eşliğinde [Kovid-19 aşıları ile ilgili
patent
tartışmaları](https://tr.sputniknews.com/dunya/202105061044441510-dtoden-
kovid-19-asilarinda-fikri-mulkiyet-haklarinin-kaldirilmasi-icin-muzakerelere-
yesil-isik/) gündeme oturdu.
**Hindistan** ve **Güney Afrika** 'nın öncülüğünde geçen sonbaharda başlayan
tartışmalar Kovid-19 aşılarında fikri mülkiyet haklarının geçici olarak
kaldırılması hedefiyle Dünya Ticaret Örgütü'ne taşındı. Daha önce benzeri
örnekleri bulunuyorken, [ABD'yle birlikte Rusya ve Çin geçici muafiyete destek
açıkladı.](https://tr.sputniknews.com/abd/202105051044433585-abdden-
kovid-19-asilarinda-fikri-mulkiyet-hakkinin-kaldirilmasina-destek/) Ancak
Biden yönetimi 'karmaşık' diye nitelediği meselenin tartışılmasının zaman
alacağını da vurguladı. Nitekim, pandemide kârlarını katlayan ilaç tekelleri
eşliğinde çatlak ses Almanya'dan geldi.
Girişimin destekçileri geçici muafiyetin, aşıların pek çok ülkede üretilip
nüfusların hızla aşılanması yolunda önemli bir adım olacağını belirtirken,
karşıtları patentin kalkmasının üretimi artırmayacağını iddia ediyor.
Kovid-19 pandemisi ve aşı krizini, Dünya Ticaret Örgütü'ne taşınan geçici
patent muafiyeti tartışmalarını soL Haber Portalı yazarı **Prof. Dr. Erhan
Nalçacı** ile konuştuk.
## ‘Ülkeler aşı tekellerinin pazarı olsun diye bilinçli olarak aşı üretme ve
araştırma kapasiteleri engellendi’
Prof. Dr. Erhan Nalçacı, aşılarda fikri mülkiyet haklarıyla ilgili
tartışmaların tarihi gelişimini anımsatırken, Sovyetler Birliği'nin dünya
siyasetinden çekilmesiyle meselenin daha belirginleştiğini vurguladı.
Emperyalist sistemin pek çok ülkenin aşı üretme kapasiteleri ve aşı
araştırmalarını bu ülkeleri pazarları haline getirmek üzere engellediğini
anımsatan Nalçacı, meselenin ülkelerin beceriksizliği yahut bilim
emekçilerinin tembelliğiyle izah edilemeyeceğini, patentin 'tekel kârı'
anlamına geldiğinin altını çizdi:
_“Olayın bir tarihi var. Yoksa sadece bugüne ait bir sorun değil, aşı üretimi
kapasitesi meselesi. Biz bunu ancak emperyalizm teorisi çerçevesinde
anlayabiliriz. Çünkü ülkelerin aşı üretme kapasiteleri ve aşı araştırmaları
bilinçli olarak engellendi. Aşı tekellerinin pazarı haline getirildiler.
Özellikle 90’lı yıllardan sonra Sovyetler Birliği’nin dünya politikasından
çekilmesiyle birlikte bu çok daha belirgin hale geldi. Dünya emekçi haklarına
saldırının bir parçası oldu. Patentin ortadan kalkması çok önemli. Bu genel
insani bir sorun. Bilginin mülkiyetinin olması, belli şirketlere ait olması,
sadece onlar tarafından üretiliyor olması ve kâr amaçlı olması zaten çok büyük
bir sorundu. O yüzden buna değinilmesi, patentin bu kadar iyi bir şekilde
tartışılıyor olması çok önemli. Türkiye Komünist Partisi’nin çağrısıyla aşı
patenti karşıtı bir açıklama yapıldı. Dünyanın her yerinden 62 komünist
partisi bu çağrıyı imzaladı. Önemli şeyler bunların tartışılıyor olması. Bu
aktif bir durum. Kendiliğinden ülkelerin beceriksizliği ya da bilim
emekçilerinin tembelliğiyle açıklanabilecek bir durum değil. Çünkü bu ülkeler
aşı üretebiliyorlar. Aşıları ABD tarafından satın alındı. Çok ciddi kamusal
destek alıyorlar ama patent demek tekel kârı demektir. Bir aşı şirketinin
ürettiği aşıyı başka şirketler üretip satamazlar. Bu aşı tekelini çok yüksek
fiyatlardan satmasına izin verir. Dünyadaki sermayenin döngüsü açısından aşı
ve ilaç şirketlerinin tekel kârı elde etmesi çok kritiktir, büyük bir pay
tutar.”_
Türkiye’nin Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren aşı üretebilen bir ülke
olduğuna dikkat çeken Nalçacı, aşının bağımsızlık açısından stratejik önemini
anımsattı. Ancak Türkiye’nin 1990’larda dayatılan sağlık reformuyla birlikte
aşı üretim yeteneğinin yitirdiğini belirten Nalçacı, ülkenin aşı üreten
tekellerin pazarı kılındığını belirtti. Türkiye'nin aksine ABD öncülüğündeki
düzenin bu dayatmasına karşı çıkan Küba örneğine atıfta bulunan Nalçacı, bugün
bu ülkenin kendi nüfusunu aşılayabilecek teknolojisi ve kapasitesinin
bulunmasına vurgu yaptı:
_“Türkiye, cumhuriyetin başından itibaren aşı üretebilen bir ülkeydi.
İstanbul’dan Kurtuluş Savaşı’na kaçan mikrobiyologlar tavşanlarıyla ve
serumlarıyla kaçtılar. Bu inanılır gibi değil. En başından beri Türkiye aşı
üretebiliyordu. Sonra kendi enstitüleri, devlete ait Hıfzıssıhha’ya bağlı
enstitülerde yıllarca hem hayvan aşıları hem insan aşıları çok başarılı bir
şekilde üretildi. Çünkü aşı bir ülkenin bağımsız olabilmesi ve kendi ayakları
üzerinde durabilmesi için son derece stratejik bir ürün. Sadece halk
sağlığıyla ilişkili değil. Küba bu sürece girmediği için kendi aşısını
üretebiliyor. Çünkü biyolojik savaşla karşılaştı ABD tarafından. Onlar aşı
üretiminin ne olduğunu biliyorlar. Bugün çok ileri bir biyoteknoloji
kapasiteleri var. Kendi halkını kendi aşısıyla aşılayabilen nadir ülkelerden
birisi. Türkiye 90’dan sonra aşı üretme yeteneğini yitirdi. Olaylar
birbirinden bağımsız sanılıyor, hepsi birbirinin içinde. 90’dan sonra
Türkiye’ye sağlık reformu dayatıldı. Türkiye’de birinci basamak yok edildi,
aile hekimine geçildi. Piyasalaşma öne çıktı. Özel hastaneler öne çıktı ve
kamunun aşı üretme yeteneği elinden alındı. Aşı üretme kapasitesine yatırım
yapılmadı ve tamamen çöktü. Çok bilinçli olarak aşı üreten tekellerin pazarı
haline geldi. Bunun ne kadar milyonlarca dolarlık bir kâr olduğunu tahmin
edebiliriz. 90’lı yıllardan günümüze 30 sene içinde aşı şirketlerinin
Türkiye’den kazandığı parayı hayal etmek bile çok kolay değil.”_
Nalçacı, aşı şirketleri kamusal kaynakları da kullanarak kâr ederken, bilim
emekçilerinin araştırma ürünlerinin uluslararası yayınlar aracılığıyla nasıl
piyasalaştırıldığını aktardı:
_“Aşı şirketleri kamusal kaynakları kullanıyor ama kendileri kâr ediyorlar. Bu
doğru, ama şu çok gözden kaçıyor. Bunu Madde, Diyalektik ve Toplum dergisinin
geçen sayısında ‘Bilim emekçilerinin sınır tanımayan sömürüsü’ diye bir
makalede yazmıştık. Gerçekten bu o kadar ilginç ki çünkü 90’dan itibaren
Türkiye’de ve dünyada bütün bilim emekçileri uluslararası yayın yapmaya
sürüklendiler. Bütün atama kriterleri, doçent olmak vs. uluslararası yayına
endekslendi kriter olarak. Bilim emekçilerinin kendi ülkelerinin kalkınması,
insanların refahıyla ilişkisi kalmadı. Bunu yayınlıyorlar, aşı tekellerinin
araştırma-geliştirme enstitüleri var. Bütün bu yayınlar burada toplanıyor,
burada teknolojiye dönüşüyor ve burada kâr getiren bir ürüne dönüşüyor, ilaç
ve aşı için böyle."_
##### 'Bu Türkiye sermayesinin de onayıyla yaratılmış bir durumdur'
Nalçacı, hızlı mutasyonların bulunduğu ortamda toplumun bir kısmını aşılayıp
diğer kısmını bırakarak sorunun çözülmeyeceğini vurguladı. Türkiye'de zengin
bilin insanı kadrosunun bulunmasına rağmen kendi aşısını üretemez kılınmasının
her gün yüzlerce insanın ölümünde payı olduğunu belirten Nalçacı, bunun
'yaratılmış' bir durum olduğunun altını çizdi:
_"Türkiye’de çok sayıda kadro var; virologlar, biyoteknologlar,
mikrobiyologlar. Türkiye, kadro açısından çok zengin bir ülke ama kendi
aşısını üretemez halde, paralize oldu. Her gün yüzlerce insan ölüyor. Türkiye
bu aşı üretme kapasitesini önceden elde etseydi, bu çoktan önlenmiş olacaktı.
Çünkü aşı bireysel bir koruma sağlamıyor. Toplumun belli bir yüzdesini hızlı
bir şekilde aşılayacaksınız ki virüsün ilerlemesi durdurulsun, mutasyonların
üremesi durdurulsun. Böyle peyderpey aşılanarak da olabilecek bir şey değil.
Şunu eskiden beri biliyoruz: Toplumun birazını aşılayıp diğer kısmını
aşılamazsanız, aşılanmayan kısım çok daha ağır geçirir hastalığı. Mutant
varyantlar çıkıyor çünkü. Halk sağlığı açısından bir faciayla karşı
karşıyayız. Bu yaratılmış bir durumdur. Türkiye sermayesinin de onayıyla,
emperyalizmle bütünleşme isteğiyle birlikte giden bütünleşmiş bir sorundur.”_
Nalçacı, ABD'nin Kovid-19 aşıları için geçici muafiyete destek açıklamasını
'inandırıcı' bulmuyor. ABD'nin tekeller ülkesi olduğunu ve patenti sonuna
kadar savunacağını düşünen Nalçacı, açıklamanın baskılar karşısında 'şirin
görünmek' istenmesinden kaynaklandığı görüşünde. DTÖ'de kararın oy birliğiyle
alınması gerektiğini anımsatan Nalçacı, nitekim Almanya'nın hemen devreye
girdiğini vurguladı. Nalçacı'ya göre, halk sağlığıyla doğrudan ilgili
stratejik bir ürün olan aşılar devlet tarafından üretilmeli:
_“Amerika’nın hiçbir açıklaması sevindirici olamaz. Ona sevinen tarihten
habersiz demektir. Amerika Birleşik Devletleri tamamen tekellerin devletidir,
patenti sonuna kadar savunur. Bundan hiç vazgeçmediğini, çok büyük bir saygı
duyduğunu da söylüyor zaten. Ama sonuçta devlet tek tek şirketlerin çıkarından
çok genel olarak tekel sermayenin çıkarlarını gözetir. Şu anda Çin ve Rusya
ile çok büyük bir hegemonya krizi var. O yüzden biraz daha şirinlik yapmak,
sanki demokratmış gibi gözükmek zorunda. Bir de çok haklı bir basınç var.
İnsanlar ölürken çok sayıda devlet bir araya geldi ve patent hakkının
kaldırılmasını savundu. Ne diyecekler böyle durumda? Onlarla anlaşma yapmak
istiyorlar. Askeri müttefiklik ilişkilerini geliştirmek istiyorlar. Aslında
dünyayı büyük bir felakete sürüklemek için bunu yapıyorlar ama bir yandan da
bu şirinliği, ‘Patent bu örnekte kısa bir süre içinde kalkabilir’ demeyi uygun
görmüş olmaları bizi sevindirmiyor. Almanya, özel şirketlerin üretme
kapasitesi kalmalı diyor. Esas zaten sorun da o. Aşı üretimi hem halkın
sağlığıyla, refahıyla ilgili olduğu için ve stratejik bir ürün olduğu için
devlet tarafından üretilmelidir. İster kapitalist ister sosyalist ülkeler
olsun. Aşı hiçbir şekilde özel sektöre bırakılabilecek bir şey değildir. Siz
onu özel sektöre bırakıyorsanız, başından itibaren emekçi halka karşı bir suç
işlemişsiniz demektir. Almanya ve Avrupa’dan sesler çıktı ama bugün Merkel’in
açıklaması böyle bir patentin geçici olarak kaldırılmasını da kesiyor. Bir üye
bile reddetse Dünya Ticaret Örgütü bu kararı alamıyormuş. Dolayısıyla biraz da
ona güveniyor olabilirler. Afrika AIDS örneği mücadeleyle oldu. Kendi
iyiliklerinden böyle bir şey yapmadılar, çok ciddi bir şekilde
sıkıştırıldılar. 'Patent vermiyorsanız bile biz AIDS ilaçlarını üreteceğiz'
dediler. O yüzden orada bir fiili durum yaratıldı. Yoksa tekel ideolojisini
değiştiren bir şey olmadı orada. Zorunda kaldılar. Zaten üreteceklerdi.”_